Nurani
Vaziyetimiz bir nevi nurani müdafaadır...
Nurani Müdafa Hakkında
1. Nurani Müdafa Niçin Kuruldu?
Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’inde;
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“İçinizden, hayra da’vet eden ve iyiliği emredip kötülükten men’ eden (emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker yapan) bir topluluk bulunsun! Ve işte kurtuluşa erenler, ancak onlardır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 104. Âyet-i Kerime ve Meali) buyurduğu müjdeye nail olup, o kurtuluşa erenler içinde bulunup “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” vazifesini günümüz insanına ulaştırmak için kuruldu.
2.Neden Nurani Müdafa?
«Bu âyet
لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ
Ve usûl-ü İslâmiyet’in ehemmiyetli bir düsturu olan
اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ
Yani “Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez. Sizler lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmazsanız.” Düsturun manası: “Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz, ona şefkat edip acınmaz.”
Madem bu âyet ve bu düstur, bizi zarara bilerek razı olanlara acımaktan men’ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadır.» (Emirdağ Lâhikası 1, s.44) ifadelerinde geçen “Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadır” cümlesinden ilham alarak “Nurani Müdafa” ismini aldık.
3.Hedefimiz ve Programımız Nedir?
“Hedefimiz ve programımız evvela kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 560)
4.Gayemiz ve Amacımız Nedir?
Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri’nin “bir tek gayem vardır” diye belirttiği gayesi uğrunda yola çıktık.
“Bir tek gayem vardır: O da mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah Allah huzuruna girmek istiyorum, bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki Bolşevikler olsun! Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.” (Şualar, s. 497)
Düsturumuz ve mücadelemiz ise şunlardır;
“Biz Kur’ân’ı kendimize düstur seçtik. Bizim gayemiz: Zevki, Allah’ın yolunda aramak ve İslâmiyet’i bütün dünyaya yaymaktır. Siyonizm, komünizm, Allahsızlık gibi İslâmiyet’e zıt olan cereyanlara karşı mücadele etmektir.” (Tarihçe-i Hayat, s.721)
Âhir zamandaki imansızlık, küfür, ahlaksızlık yangınını görüyoruz. Ve Hadîs-i Şerîfte geçen o ateşten insanları sakındırmaya çalışıyoruz;
“Benimle sizin durumunuzun örneği ateş yakan bir adamın örneğine benzer. Pervane ve kelebekler ateşe düşmeye başlayınca adam onları engellemeye çalışır. Ben de sizi kuşağınızdan tutup ateşten korumaya çalışıyorum ama siz elimden kaçıp gidiyorsunuz.” (Müslîm, Fedâil, 19)
Bu Hadîs-i Şerîf’ten ilham alan Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin “yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” sözleri ile bizler de Ümmet-i Muhammed’in (asm) yangınını söndürmek amacındayız;
“Karşımda müdhiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? O müdhiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görüşler!”
(Tarihçe-i Hayat, s. 629)
5.İttihad-ı İslâm Hedefi Nedir?
İslâm birliğinin şu şekilde olacağına inanıyoruz;
“Irkî ve kavmî ayrılıkları bertaraf ederek İslâm birliğini meydana getirmektir.” (Tarihçe-i Hayat, s.721)
“Bu zamanın en büyük farz vazifesi, İttihâd-ı İslâm’dır.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s.59) Bu ifadeler ışığından da “Bu zamanın en bütün farz vazifesi” olan İttihad-ı İslâm yani İslâm Birliği hedefinde çalışmaya gayret ediyoruz.
Bu “farz vazife” Cenâb-ı Hakk’ın emridir. Nitekim Âyet-i Kerimede şöyle buyrulur;
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a – İslâm’a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın! Hem Allah’ın size olan ni’metini hatırlayın! Hani (siz) (birbirinize) düşmanlar idiniz de (Allah) kalblerinizin arasını (İslâm ile) birleştirdi; böylece O’nun ni’meti sâyesinde kardeşler oldunuz. Hem ateşten bir çukurun kenarında (küfür içinde) idiniz de sizi oradan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle açıklar, tâ ki hidâyete eresiniz.” (Âl-i İmrân Sûresi, 103. Âyet-i Kerime ve Meâli)
Kur’ân-ı Kerîm bizi kardeş kılmıştır.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟
“Mü’minler ancak kardeştirler; öyle ise o iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’dan sakının ki merhamet olunasınız!” (Hucurât Sûresi, 10. Âyet-i Kerime ve Meâli)
Kur’ân-ı Kerîm, bizim birlik olmamızı emreder ve birbirimiz ile çekişmemizi de yasaklar.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
“Allah’a ve Resûlüne itâat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şübhesiz ki Allah, sabredenlerle berâberdir.” (Enfâl Sûresi, 46. Âyet-i Kerime ve Meâli)
Bu âyetler bize gösteriyor ki; birlik olmamızı emreden Cenâb-ı Hakk’tır (cc).
İttihad-ı İslâm’ı Bediüzzaman Hazretleri, şu şekilde ifade eder; “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı tâli’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi; İttihâd-ı İslâm’dır.” (Mektubat s.468)
6.Metodumuz ve Üslûbumuz Nedir?
Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Musa’ya (as) Firavun’a giderken;
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَيِّنًا لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
“Ona kavli leyyin (yumuşak söz) söyleyin; belki ibret alır ya da (Allah’tan) korkar.” (Tâ-Hâ Sûresi, 44. Âyet-i Kerime ve Meâli) dediği âyet-i celile uyarısınca “kavl-i leyyin” yani yumuşak söz üzere insanlara ulaşmayı metod olarak aldık.
Bu âyet-i kerimeden hareketle Üstâd Bediüzzaman Hazretleri de şöyle demiştir;
“Risale-i Nur’un mesleği, nezihane ve nazikane ve kavl-i leyyindir.” (Lem’alar, s. 176)
7.Vazifemiz Nedir?
“Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife; imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzım ve elzemdir. Çünki bu asırda en büyük tehlike, benlikten ve hodfüruşluktan ileri geldiğinden; ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir.” (Emirdağ Lâhikası 1, s. 62) düsturunu kendimize ölçü kabul ettik.
Vazifemiz; imanınımızı kurtarmaktır ve başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.
Bu vazife uğrunda mesaimizi teksif etmiş bulunmaktayız.
8. Sen De Mesulsün Kardeşim!
Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîm’de;
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا
“Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.” (Bakara Sûresi, 286. Âyet-i Kerime ve Meâli’nden) buyurarak bize kıstas vermiştir. Allah’ın gücümüzden fazla yük yüklememesi, bizi mesul tutmaması; gücümüzün yettiği halde yapmadıklarımızdan da bizim mesul olacağımıza işaret eder.
Tarihçe-i Hayat eserinde geçen şu yer meselemiz ile münasebettardır;
“İslâm dinindeki bu büyük hakikatı derk eden münevverler; elbette hak dininin hizmetini büyük bir saadetle deruhde edecekler, hakikatı arayan fakat bulamayan insanlığa da neşre çalışacaklar.
Evet talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir.
Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.” (Tarihçe-i Hayat, s. 29)
Burada da geçtiği üzere; “talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir.” Dünya hayatında mesleğiniz ne olursa olsun, evvela biz bununla mükellefiz.
Eğer ki gücümüz yettiği halde İslâm’a hizmet etmiyor ve vaktimizi vermiyor isek; “Sen de mesulsün kardeşim!”
İnşâAllah hizmetlerimize iştirakte sizlerin de katkılarınızı bekleriz.
9. Faaliyetlerimiz Nelerdir?
10 Temmuz 2020 tarihinde bir niyet ile başlayan faaliyetlerimiz, 1. Yılını doldurduğu gün internet sitemizin açılması ile yeni bir ivme kazanmıştır.
Nurani Müdafa olarak İnstagram, Facebook, Twitter sayfalarımız ve YouTube kanalımız ile Türkçe olarak Kur’ân ve İman hakikatlerinin neşrine çalışmaktayız. Bunun yanında Hanım ve erkeklerin ayrı bir şekilde WhatsApp ve Bip grupları ile Telegram kanalları bulunmaktadır.
Sadece Türkçe ile sınırlı kalmayıp; Arapça, Farsça, Kürtçe, Zazaca, İngilizce, Almanca, Rusça ve Fransızca İnstagram sayfalarımız ve Telegram kanallarımız mevcuttur.
Dünya Lisanlarında da yardımcı olmak isteyenler bizimle iletişime geçebilirler.
Ek olarak sitemizde “Sizden Gelenler” başlığı altında “Ahir Zamandan Asr-ı Saadet’e Mektuplar” ve “Üstâdımıza Mektup” başlıklı bölüm de sizlere ayrılmıştır. Mektuplarınızı bize ulaştırabilirsiniz.
Yardımcı olunabilecek konular; vecize tasarımı, yazı tashihi, video kesit hazırlama, seslendirme ve tercüme konularıdır.
Hiçbir maddî menfaat ve dünyevî bir gayemiz yoktur.
İhlâs Risalesi’nde “Birinci Düsturunuz” kısmında geçen; “Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.” (Lem’alar, s. 160) düsturunu düstur-u hayat kabul etmekteyiz.
Cenab-ı Hak’tan; hizmetlerimizi dergahında kabul etmesini ve bizleri rızasına nail eylemesini temenni ederiz.