top of page
Yazarın fotoğrafıNurani Müdafa

ANARŞİ SEBEP VE ÇARELERİ - 6

«FRANSIZ İHTİLALİ BİZE ÖRNEK OLAMAZ

Evet, insanlığın yüz karası engizisyon işkenceleri ve benzeri vahşet ve zulümler, Avrupa’da Hristiyanlık taassubunun en kuvvetli olduğu devirlerde cereyan etmiştir. Avrupalılar bu taassubun perdesini yırtmak suretiyle vahşetten kurtulmak ve medenileşmek fırsatını bulabilmişlerdir. Bizdeki Avrupa hayranları da bu noktadan hareketle, “İşte”, demişler. “Madem Avrupalı Hristiyanlıktan uzaklaşarak medenileşti. Biz de İslâmiyetten uzaklaşarak terakki edip medeni olacağız.” Acaba öyle mi? Sözü yine Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne bırakıyoruz. Mektubat’ın 407’nci sayfasından: “Din-i İsevîde yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci olmadığından esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medeni düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa aleyhisselâmı inkâr ve tekzip çıkmaz.” [Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 407] Evet, Hristiyanlıkta reform yapanlar, o dinin esaslarına dokunmamışlar ki… Çünkü değiştirdikleri kanunlar ve esaslar, zaten Hazreti İsa Aleyhisselâm tarafından vaz edilmemiş Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın getirdiği şeriatın, insanların içtimaî hayatını tanzim etmek gibi bir iddiası yoktu. Eğer olsaydi ve reformcuların değiştirdikleri esaslar Hazret-i İsa Aleyhisselâm tarafından getirilen esaslar olsaydı, yapılan şey reform değil, Hristiyanlık dinini değiştirip yerine başka bir din ikame etmek olacaktı. Ama böyle olmamıştır. Dolayısıyla, Hristiyanlıkta yapılan reformdan, Hazret-i İsa Aleyhisselam’ı inkâr mânâsı çıkarılamaz. Peki, ya İslâmiyet? Bediüzzaman Hazretleri devam ediyor: “Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garp ve Endülüs ve Hint, birer taht-ı saltanatı olduğundan din-i İslâm’ın esasatını bizzat kendisi gösterdiği gibi o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdabını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki onlar tebdil edilse esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir cesettir, lâekall bir cilttir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş, kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzip etmek çıkar.” Bediüzzaman Hazretleri, Hristiyanlık ile İslâmiyet arasındaki bu farkı izah ettikten sonra bir suali de şöyle cevaplandırıyor: “Ehl-i bid’a, dinsizliklerine ve ilhadlarına şöyle bir bahane buluyorlar. Diyorlar ki: ‘Âlem-i insaniyetin müteselsil hâdisatına sebep olan Fransız İhtilal-i Kebiri’nde, papazlara ve rüesa-yı ruhaniyeye ve onların mezheb-i hâssı olan Katolik mezhebine hücum edildi ve tahrip edildi. Sonra çokları tarafından tasvip edildi. Frenkler dahi ondan sonra daha ziyade terakki ettiler?’ Elcevap: Bu kıyasın dahi evvelki kıyaslar gibi farkı zahirdir. Çünkü Fransızlarda, havas ve hükûmet adamları elinde çok zaman din-i Hristiyanî, bâhusus Katolik mezhebi; bir vasıta-i tahakküm ve istibdat olmuştu. Havas, o vasıta ile nüfuzlarını avam üzerinde idame ediyorlardı. Ve “serseri” tabir ettikleri avam tabakasında intibaha gelen hamiyet-perverlerini ve havas zalimlerin istibdadına karşı hücum eden hürriyetperverlerin mütefekkir kısımlarını ezmeye vasıta olduğundan ve dört yüz seneye yakın Frengistanda ihtilaller ile istirahat-i beşeriyeyi bozmaya ve hayat-ı içtimaiyeyi zîr ü zeber etmeye bir sebep telakki edildiğinden o mezhebe, dinsizlik namına değil belki Hristiyanlığın diğer bir mezhebi namına hücum edildi. Ve tabaka-i avamda ve feylesoflarda bir küsmek, bir adâvet hasıl olmuştu ki malûm hâdise-i tarihiye vukua gelmiştir. Halbuki din-i Muhammedî (asm) ve şeriat-ı İslâmiyeye karşı; hiçbir mazlumun, hiçbir mütefekkirin hakkı yoktur ki ondan şekva etsin. Çünkü onları küstürmüyor, onları himaye ediyor. Tarih-i İslâm meydandadır. İslâmlar içinde bir iki vukuattan başka dâhilî muharebe-i diniye olmamış. Katolik mezhebi ise dört yüz sene ihtilalat-ı dâhiliyeye sebep olmuş.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 407-408) Burada Üstad, Hristiyanlık içinde girişilen reform hareketlerini, İslâmiyet’i hedef alan tağyir hareketlerinden ayıran çok mühim bir farka daha işaret etmektedir. Hristiyanlıktaki reform, dinsizlik adına Hristiyanlığa tevcih edilen bir taarruz değildi. Bu, Hristiyanlık içinde bir mezhebin başka bir mezhebe karşı hareketinden ibaretti. İslâmiyette ise hak olan mezheplerin esasları birdir. Hepsi de Resulullah Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in tesis ettiği Ehl-i Sünnet cemaatinde birleşirler. Bu esası değiştirmeyi hedef alan her hareket, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ı ve İslamiyetin kendisini hedef alan bir hareket olacaktır. Nitekim 1950 öncesinde devlet eliyle dinde yapılmak istenen değişiklikler,-haşa- İslâmiyet’i ıslah etmek değil, ortadan kaldırmayı hedef almıştır. Öyle bir anlayışla yetiştirilen nesilden de Avrupa medenileri değil, bugünün anarşistleri alınmıştır mahsul olarak… Yine İslamiyetle Hristiyanlık arasında Üstad Hazretleri’nin işaret ettiği bir başka fark, avam ve havassın, yani halk ile idareci zümrenin, zengin ve fakir sınıfların her iki dindeki durumlarıdır. İslâmiyette ruhban sınıfı yoktur. Bizim dinimiz Allah ile kul arasında bir vasıta kabul etmez. Ortada sadece delil ve yol gösterici vardır. Yani insan, kendisine verilen akıl nimetini kullanarak, Kur’ân’ı ve Peygamber’i anlamaya çalışır. Onlar ne söylüyor? Dinler. Bakar ki baştan başa hakikattir; tabi olur. Artık rehberi Kur’ân ve Peygamberdir; hedefi yalnız ve yalnız Allah rızasıdır. Bunun dışında kalanlar, olsa olsa rehberi daha iyi anlamasına yardımcı olabilir; İslâmiyet bunun dışında kimseye, başkalarına tahakküm vasıtası olabilecek bir makam vermemiştir. Ve bir Müslümanın gayesi de Allah rızası olunca, artık başkalarının rızasını kazanmaya, başka kulların önünde eğilmeye tenezzül etmez. İslâmiyetin bu esasıdır ki, kuvvetlilerde tevazuu, zayıflarda ise izzet-i nefis ve hukuku muhafaza etmiştir. Hristiyanlıkta ise ruhban sınıfı, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın güya bir mukaddes vekili sıfatıyla avam üzerinde bir rüçhaniyet kazanmıştır. Bu, gururu ve enaniyeti teşvik eden bir unsurdur. Bu sebepten Hristiyanlıkta mutlak bir eşitlik mefhumu yoktur. Gurur ve tekebbürün kırılması diye bir mesele bahis mevzuu değildir. Gurur ve tekebbürün meydani boş bulması ise, dünyaca servet ve mevkii yüksek olanların, kendilerinden aşağı olanlar üzerinde tahakküme yol açmaktadır ve açmıştır. Ayrıca Hristiyanlık, Bediüzzaman Hazretleri’nin Sünuhat’ın 27’nci sayfasında ifade ettiği gibi, “zalime karşı miskinliği esas tutar.” [Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 27] Yani zalime karşı müdafaayı teşvik etmez. İslâmiyette ise, Hadîs-i Peygamberî ile “En güzel söz, zalimin yüzüne karşı söylenen hak sözdür.” Yine Sünuhat’tan: “Kendini havas zanneden zâlimlere, mazlumîn ve avâmın hücumu ile, Hristiyanlık havassın tahakkümüne yardım ettiğinden parçalanabilir. İslâmiyet ise dünyevî havastan ziyâde avâmın malı olduğundan, esasât itibariyle müteessir olmamak gerektir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, s. 26)» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 47-51)


«Yine Hristiyanlığın aksine, İslâmiyette akıl hakimdir. Hristiyanlık taklid, İslâmiyet ise tahkik ister. “Hem Kur’an-ı Hakîm lisanıyla

اَفَلَا تَعْقِلُونَ ٭ اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ٭ اَفَلَا يَتَفَكَّرُونَ

gibi kudsî havaleler ile aklı istişhad ediyor ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevk ediyor. Onun ile ehl-i ilim ve ashab-ı akla din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor, körü körüne taklit istemiyor.” “…Hristiyan’dan çıkan feylesoflar, dinlerine karşı lâkayt veya muarız vaziyeti alması ve İslâm’dan çıkan hükemaların kısm-ı a’zamı, hikmetlerini esasat-ı İslâmiyeye bina etmesi; yine mühim bir farkı gösteriyor.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 408-409) Burada bir hususu tasrih etmek gerekir. Bediüzzaman Hazretleri’nin Avrupa ve Hristiyanlığa hücumu, her ikisinin de bozuk kısmınadır. Üstad, Avrupa medeniyetini iki cihetten tenkit eder: Birincisi, Hristiyanlığın bozulmuş ve taassupla vahşete ve zulümlere medar olmuş kısmıdır. İkincisi de, dinden uzaklaşmış, insanlığı imansızlığa ve sefahete teşvik eden kısmıdır.» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 52) «…Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Hristiyanlıktaki değişimleri şöyle tefsir eder: “Nasraniyet, ya intıfa veya ıstıfa edip İslâmiyet’e karşı terk-i silah edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfa bulup sönecek veya hakiki Nasraniyet’in esasını câmi’ olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm işaret etmiştir ki: ‘Hazret-i İsa nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.’ ” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 442) İleride bu hususlarda tafsilata gireceğiz. Şimdilik burada keserek, Türkiye’de anarşinin esas kaynağı diyebileceğimiz Avrupalılaşmak taassubunun bünyemize girişine dönüyoruz.» (Mustafa Sungur, Söz Bediüzzaman Said Nursî’nin! Anarşi Sebep ve Çareleri, s. 53)


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa

Tanzim ve Tasnif: Abdulkadir Çelebioğlu

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page