Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin hatıraları ile ilgili ilk ciddi çalışmaların başında gelen “Son Şahitler”i yazan Necmeddin Şahiner, yaptıklarını şu şekilde özetler; «İnsan mâzisi içindir. Bunun için hep mâzideki yüce şeref levhalarının vesikalarını toplayabilmeye çalışıyorum. Ben tam olanı değil, toplayabildiklerimi dökmeden vermeye çalışıyorum.
Onları, yüzleri ve binleri çoktan aşan ve taşan şahit insanlar... Edirne, Şam, Berlin, Hakkâri, Milas, Erzincan ve Elmalı sadece su anda hatırıma gelebilen beldeler.
Bu nur hizmetinde ürpertici zorluğu bilmez miyim?
Ama Nur Üstâd'ın Avukatı Bekir Berk Ağabeyimin "Kardeşim, biz istihdam olunuyoruz" şeklindeki nurlu sözü, zerrat-ı vücûduma, nurdan zevk ve lezzetler vermektedir. Yoksa hiçbir zaman "Ben de yazdım. ben de yazabilirim" gibi bir bed düşünce ve fikir hiçbir an hayalime bile gelmedi. Tam aksine, Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatı-eserleri konusunda bilgilerim ilerleyip artınca, ne kadar bu mevzuda ilme ve bilgilere muhtaç olduğumu daha da iyi anlıyorum.» (Son Şahitler - 4, s. 12)
«On dokuzuncu asrın sonlarında yaşayan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın torunlarından ve İkinci Sultan Abdülhamid Han'ın devlet adamlarından MahmudCelaleddin Paşa, tarihçiler için şu gerçeği ifade etmektedir:
Müverrih müstakim olmak gerektir akl-ü naklinde, o sûret zapt-ı tarih etmenin esasıdır."» (Son Şahitler - 5, s. 10)
Hatırat ilminde çalışma yapanların da bu hatıraları zapt etme, kayıt altına alma mevzusunda hassas olmaları gerekir. İstikamet üzere yapılan çalışmalar inşâallah rıza-yı İlâhîye mazhar olacaktır.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, kendi şahsını değil daima dâvâsını ve gayesini nazara vermiştir. Bunu şuradan da anlayabiliriz; «Bediüzzaman Said Nursî'nin gayesi "iman kurtarmak ve kalplerde İlâhi irfanı yerleştirmekti." Eğer böyle olmasaydı iki buçuk senelik esaret hayatından, iki buçuk sayfa halinde bahsetmezdi.
Eserlerinde hayatından izler ve hatıralar noktalar halindedir. Bu noktaları birleştirerek maksadımıza doğru ilerlemeye çalıştık. Biz kaderin sevkiyle, aczimizin idraki içinde bu meseleye el attık.» (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, s. 24)
Hatıralar yazılırken ve Üstâd Bediüzzaman’ın hayat hikayesi uzun ve ayrıntılı olarak ele alınırken, Risale-i Nur “eserlerinde” geçen “hayatından izler ve hatıralar noktalar halinde” olduğundan dolayı; "bu noktalar" birleştirilerek ele alınıp, ilerlemeye çalışılmıştır.
Hatırat kaydeden ve bu konuda çalışma yapan kimselerde, bu merak ve gayret fıtraten vardır. Meselâ Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor – 1’in başında dediği gibi; «Hatıra yazmak, gördüklerimi ve dinlediklerimi fotoğraflarla ve kasetlerle kaydedip muhafaza etmek ahvali, bende fitrî bir meşrep haline gelmiş. Fıtratımdaki bu meyelan, Allah'ın izniyle, hayra tebdil etmeye çalıştım.
Bilhassa Aziz Üstâd'ımızBediüzzaman Said Nursî Hazretleriyle alâkalı dinlediğim en küçük bir hatırayı dahi kaçırmadan kaydedebilmek telâş ve heyecanını içimde hep taşıdım. Bu ateş içimde hep yanmaya devam etti. Onu dinleyen ve gören mübarek ağabeyleri her gördüğümde, onların hâl ve konuşmalarını yazı, ses ve görüntü olarak kaydedebilmek telaşesi her zaman içimde kabarıp taştı. Kaçırdığım her fırsat, bir hazineyi kaybetmişim gibi bana müthiş bir hüzün verdi. Fakat maalesef kaçırdıklarım, yakaladıklarımın yanında vagonlar dolusudur. Yakalayabildiklerim ise belki birkaç sepet dolusu kadar...
1968'den beri, sayfalarca hatıra, yüzlerce orijinal resim, onlarca kaset, arşivimde birikmiş. Bunları kendim ve yakın çevrem için yapmıştım. Ancak bazı teşviklerle bunların hususî olmayan kısımlarını daha düzenli olarak yazıya döktüm. Zaten dolaplarda, raflarda unutulup gitmelerine de gönlüm razı olmuyordu. Belki ileride tarihe ışık tutar, yeni çalışmalara bir kaynak olur diye mülahaza ettim. Bir kelimeyle bile olsa Üstâd Bediüzzaman'ın ve dâvâsının anlaşılmasına katkım olursa Allah'a şükrederim.
Kaydettiğim hatıralardan bazıları daha evvel muhtelif kitaplarda yayınlanmış olabilir, bunun farkındayım; ama onların aynı veya değişik kişilerle ve kelimelerle hem teyidinin, hem de tashihinin yapılması bakımından da bir hizmet olacağı kanaatini taşıyorum.» (Ağabeyler Anlatıyor - 1, s. 9-10)
Aynı zamanda hatıraları kaydedip, neşreden Ömer Özcan’ın şu ifade ve tespitleri de yerindedir; «Üstâd Hazretleri, Emirdağ Lâhikası'nda. "Ben yanımdaki vasiyetnamemdeki evlat kabul ettiğim küçük evlatları tevkil ediyorum. Onlarla konuşanı, benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum" (Emirdağ Lâhikası 2, s. 227) diyor. Biz de onlarla konuştuk. Onlarla konuştuklarımızı veya onların konuştuklarını yazdık. Orijinal fotoğraflarla destekledik.
Madem mübarek ve muazzez Üstâd'ımız saff-ı evvel talebelerini kitaplarında ismen zikretmiş, bizim de o mübarek ağabeyleri tanımamız bir vefa borcudur diye inanıyorum.
Bir sohbette Mustafa Sungur Ağabeyimizin, "Yeniler dünyayı fethetseler de, eskileri tanımıyor ve onları arayıp hürmet ve istişare etmiyorlarsa nâkıs kalır. Eskilere hürmet, edep ve saygıda kusur edilmemelidir" şeklindeki sözleri bu çalışmalarım için bana müthiş bir hız ve gayret vermiştir.
Bu çalışmaların mühim bir sebebi ve meyvesi de, şimdi baharını yaşadığımız bu "iman-Kur'ân" hizmetinin bugünlere nasıl geldiğini anlatmasıdır. Hatıraları yazarken hata yapmamaya gayret ettim. Bunun manevî mes'uliyetinin farkındayım. Ölçü olarak daima Risale-i Nurları aldım. Şüpheli veya tereddüt ettiğim konularla menfî ve ihtilâflı konuları yazmadım.» (Ağabeyler Anlatıyor - 1, s. 10-11)
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa Heyeti
Comentarios