Soru: İslam medeniyeti nasıl şahlanır ?
Cevap: Bir çok şey bu hususta tadad edilebilir.
İslâmiyet "körükörüne taklid istemiyor,ehl-i tefekkürü susturmuyor." (Mektubat, s. 437)
"Ruhbânı taklid için burhânı bırakmamak..." (Emirdağ Lâhikası - 2, s. 142)
"Taassub yerinde hak ve safsata yerinde burhân..." (Muhâkemat, s. 37)
"Bir Şeyi Kabul Etmemek Hakkın ise, Reddetmek Hiç Hakkın Olmaz
Ey talib-i hakikat! Sana olsa rivayet, sana düşer kabulü, eğer varsa bürhanı.
Yoksa adem-i kabuldür ki şekk ve tereddüddür." (Âsâr-ı Bedîiye, s. 561)
"Herbir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayız." (Muhâkemat, s. 36)
"Delilin nedir? Bu büyük davaya büyük bir hüccet ve gayet kuvvetli bir delil lâzım. Delil nedir?" (Tarihçe-i Hayat, s. 102)
"Eğer delilden neş'et etmiş ise makbuldür." (Muhâkemat, s. 76)
"...hem her şeyi çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim, hususan muallim olduğu halde..." (Emirdağ Lâhikası 1, s. 110)
"...berahin-i kàtıadan başka isbat-ı müddea bir şeyle olmaz... Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi işba' etmiyor. Bürhan isteriz." (Muhâkemat, s. 36)
"Kur'ân'ın üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara'yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev'-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor." (Muhâkemat, s. 39)
"Hem bütün hayatımda delilsiz dâvâları zikretmediğim, sizin gibi eski ve yeni arkadaşlarım biliyorlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 62)
"Avam-ı mü'minîn nazarında hakikatların kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazayâ-yı makbuledeki zann-ı galibe inkılab eder. Daha muannid dalalete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i imanda görünmemeye başlar." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 10)
"Nev'-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler. Hattâ kuvvetli bir hakikatı, zaîf bir adamın elinde zaîf görür ve kıymetsiz bir mes'eleyi, kıymetdar bir adamın elinde görse, kıymetdar telakki eder." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 232)
"Hem de keşf-i hakikata mani olan iltizam ve taassub ve tarafdarlığın müdahaleleri idi." (Muhâkemat, s. 37)
"Hattâ İlm-i Mantık'ta 'kaziye-i makbule' tabir ettikleri; yani büyük zâtların delilsiz sözlerini kabul etmektir. Mantıkça yakîn ve kat'iyyeti ifade etmiyor; belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i Mantık'ta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındandır." (Emirdağ Lâhikası 1, s. 91)
"Biz Kur'ân şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi' oluyoruz; akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin tâbileri gibi ruhbanı taklid için bürhanı bırakmıyoruz." (Emirdağ Lâhikası 2, s. 143)
İslâmiyet... "Onun ile, ehl-i ilim ve ashab-ı akla din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik Mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor, körükörüne taklid istemiyor." (Mektubat, s. 437)
"Mesâlik ve mezâhibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Halbuki üçü de nazar-ı şeriatta mezmum ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye ve teavün-ü fıtrîye münafîdir." (Muhâkemat, s. 37)
"Halbuki taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse hak olan mezheb ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasılki zaman-ı saadette ve selef-i sâlihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi." (Muhâkemat s. 37)
"Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız." (Münâzarât, s. 14)
"Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki; o konuşan ervah-ı tayyibe değildir..." (Emirdağ Lâhikası 2, s. 156)
"Aklî ve naklî deliller ise..." (İşârâtü'l-İ'câz, s. 144)
"Bizim bu kanaatımız, safdilane veya tahminle değildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir." (Tarihçe-i Hayat, s. 642)
"Aklın şe'ni bürhan üzerine gitmektir. Evet akıl herbir şeyi tartamaz, fakat böyle maddiyatı ve en küçük hâdimi olan basarın kabzasından kurtulmayan bir emri tartar. Faraza tartmaz ise, biz de o mes'elede çocuk gibi mükellef değiliz." (Muhâkemat, s. 77)
"Yahut; acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, 'Aklımız bize yeter' deyip sana ittibadan istinkâf mı ederler. Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünkü bütün dediğin makuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez." (Sözler, s. 386)
"Eğer delilden neş'et etmiş ise makbuldür." (Muhâkemat, s. 76)
"İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir halet: Salabet itikaddan, Taassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda." (Sözler, s. 706)
"Hem Risale-i Nur'a safdilane inanmamışım." (Şualar, s. 546)
"Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz'andır; tasavvuf değil hakikattır; dâvâ değil, dava içinde bürhandır." (Tarihçe-i Hayat, s. 203)
"...akıl karşılarına çıktı, dedi: 'Ben de hisse isterim. Sizin gibi uçamam. Ayaklarım delildir, hüccettir.' " (Mektubat, s. 395)
"Kur'ân-ı Hakîm'in hakaik-i imaniyesini tefsir eden ve bütün mes'elelerini fünun-u akliye ile ve delail-i mantıkıye ve müsbete ile tesbit ettiren ve makulatla ders veren Risale-i Nur'dur..." (Emirdağ Lâhikası 2, s. 192)
"Muhakkikin şe'ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a'makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır." (Muhâkemat, s. 26)
"Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makasıd ve mesalik, bürhan-ı kàtı' üzerine teessüs ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabit ile hakaiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz." (Muhâkemat, s. 38)
"İslâmiyeti, onu paslandıran hikâyat ve İsrailiyat ve taassubat-ı bârideden kurtarmak. Evet İslâmiyetin şe'ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salabet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş'et eden taassub değildir. Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şüphelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar. Bürhan ile temessük eden ulemanın şanı değildir." (Münâzarât, s. 89)
"Mürşid-i umûmî olan vaiz ve hatipler hem âlim-i muhakkik olmalıdır, tâ bürhan ile ikna' eylesin. Zira tasvir ve tezyin-i müddea, müteharri-i hakikata karşı faidesizdir. Ve hem de hakîm-i müdakkik olmalıdırlar, tâ ki bir şeyi tergib veya terhib ile, ondan daha mühim şeyi tenzil ve tahfif edip muvazene-i şeriatı bozmasınlar. Ve hem de beliğ-i hakîm olmalıdırlar. Tâ ki, mukteza-yı hale mutabık ve ilcaat-ı zamana muvafık ve teşhis-i illete münasib söz söylesinler." (Âsâr-ı Bedîiye, s. 498)
11 temel maddede hulâsa edecek olursak şu şekilde ifade edebiliriz.
1- Vazife-i ilahiyeye karışmayarak,
2- Hâdiselerde kader-i ilahiye vechini düşünmekle, haddimizi aşmayarak,
3- Hizmette mesai tanzimiyle,
4- Amelimizde Rıza-yı İlâhiyeyi esas alarak,
5- Nurların imanî bahislerinde hassas, lahikâlarinda mütehassıs olarak,
6- Tenkid-i gayrı terk ederek,
7- Fıtrata göre istihdam ile,
8- Kimsenin zevkini ve şevkini kırmayarak,
9- Hizmette şevklendirici şeyleri istîmâl edip kendimizi ve insanları hizmette aktif tutarak,
10- İttihâd, muhabbet, uhuvvet ve tesânüd hakîkatlerini kendimizde yerleştirip hatt-ı hareket yaparak,
11- Hizmet hizmet diye koştururken şahsî okumalarımızı ihmâl etmeden hareket ederek.
İnşâallah istikbalde bitamamihi hükümferma
kuvvete bedel hak
ve safsataya bedel bürhan
ve tab'a bedel akıl
ve hevaya bedel hüda
ve taassuba bedel metanet
ve garaza bedel hamiyet
ve müyulat-ı nefsaniyeye bedel temayülat-ı ukûl
ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır.
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Comentários