“Evet, kader, cüz-i ihtiyârî, İmân ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-i ihtiyârî, adem-i mesuliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imâniyeye girmişler. Yoksa mütemerrid nüfûs-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mesuliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-i ihtiyârîye istinat etmek, bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-i ihtiyâriyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir.
Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir.” (Sözler, s. 463)
Yani mümin olan kişi yaptığı her işi, yani bütün ef’alini, iyilik ve kötülüklerini, sevap ve günahlarının tamamını Allah’a vererek, mesuliyetten kurtuluşunu sağlamaya çalışır. Halbuki mümin kişinin yaptığı bütün iyilikler, ibadetler ve salih amellerin yapılmasında ve bu gibi hizmetlerin ifasında, yani amel-i salihlerde kulun dahli yoktur.
Bu gibi güzel amelleri Allah’a havale ederek, Allah’a hamd ederek, bunları Cenab-ı Hak benim kaderimde yazmış diyerek Allah’a şükreder ve hamd ile Allah’a kulluğunu takviye eder. Yoksa bu gibi salih amellerle gururlanmaya ve öğünmeye kulun asla hakkı yoktur. Ancak, kadere teslim olup, bunları kabullenmek şarttır. İşte bu tevekkül yani her şeyi Allah’a vermek hali, kaderin ve imanın gereğidir.
Şayet bir günah işlemesi halinde, mesela bir hırsızlık yaptı veya haram olan bir şeyi içti. İşte o anda, yani kötülük ve günahlara tevessüle teşebbüs ettiği anda imanın ve Allah’a havale etmenin nihayet hududu başlamış olur.
O anda yani iyi amelleri nefsine ve cüzi iradesine havale etme hakkı yoktur. Bunu düşünen kula cüz’i irade nida eder. Bağırır, der ki; “hata ediyorsun. Senin işlediğin günahları, hataları Kadere havale edemezsin. Zira Cenab-ı Hak hatadan, kusurdan münezzehtir.”
Şu halde abdin işlediği bütün iyilikler, sevaplar, ibadetler, ilahi bir mevhibe olup, kadere havale edilerek Allah’a şükredip, o ibadetlerle Allah’a olan kulluğunu, kadere bırakıp, şükreder. Ve zaten bütün iyiliklerin, sevapların kadere havale edilmesi şarttır.
İyilikleri, ibadetleri yapmaya tevessül ettiğin anda cüz’i irade susar. İslamiyetin son hududu olan “kul fiilin halıkıdır” cümlesini susturup kadere havale edilir.
Diğer bir husus; kul hata eder, “ben yaptım” der, İçki işler veya herhangi bir menhiyatı işler. Bunların tamamının nefisten geldiğini kabule mecburdur. Böyle bir durumda, bu kötülükleri kadere havale edemez. Ancak, hataları işlemeyi terk edip, tövbe edip, ibadet ve salih amel işlemeye başlar ki, o salih ameli işlenmesine başlaması da İslamiyetin son hudududur.
Şu hale nazaran kulun işlediği iyiliklerle övünüp gururlanmaya hakkı yoktur. Çünkü bunlar kader-i ilahidendir. İyilikleri isteyen Cenab-ı Hak’tır. Ancak kul bu yaptığı ibadetlerden dolayı Allah’a şükredecektir.
Aynı kul, günah işlemeye başlarsa, hemen cüz’i irade karşısına çıkar ve der ki “yaptığın işlerin kaderle alakası yoktur. Bunların tamamı nefsin arzusu ile ve senin iradenle oluyor” der.
Neticeten, kötülüklerin, günahların işlenmesi nefistendir. Mesuliyeti işmam eder. İyiliklerin işlenmesi ise, kadere havale edilip, Cenab-ı Hakk'a şükreder.
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Şerh Eden: Nazım Akkurt
Comments