Bu risalede geçen bir ilmi terim daha var; “Tercih bilâ müreccih muhaldir” Halbuki o emr-i itibarî dediğimiz kesb-i insanî; bazen yapmak ve bazen yapmamakla iktifa edebilir. Yani isterse yapar, isterse yapmaz.
Eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa “tercih bilâ müreccih” lâzım gelir. Şu ise, usûl-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder?
Evvela, “tercih bila müreccih” nedir, bunu açıklayalım. Mesela, iki şey var. Bunların biri diğerinden üstündür diyebilmek için üstün olan şeyin üstün bir vasfını göstermek lazımdır. Yani üstün olan şeyin üstün olma sebebi göstermek lazımdır ki onun üstünlüğü kabul edilebilsin. Burada muhal olan şey Tereccuh bilâ müreccihtir. Yani sebeb gösterilmeden aynı evsafta bulunan diğer bir şeyden üstün göstermek muhaldir. Bu da tereccüh bila müreccih ile ifade olunur. Yoksa tercih bila müreccih vakidir ve caizdir.
Mesela bir adam sarı rengi tercih eder, diğeri kırmızı, öteki de beyaz rengi tercih eder. Bu tercihler tereccühsüzdür. Yani renkleri birbirinden üstün tutmuyor ki caiz olmasın “ben bu rengi tercih ediyorum” diyor. Bu noktada bir rüchaniyet aranamaz. Obur adam, daha üstündür demeden etle pilavı tercih ediyor, baklavayı istemiyor. Ama dese ki bu et ve pilav baklavadan daha üstündür. İşte bu bir tereccühsüz tercihtir ki, usul-i kelamiyenin en mühim bir esasını hedm eder.
Şu halde tercih bila müreccih caizdir ve vakidir. Ama tereccüh bila müreccih muhal ve caiz değildir. Müreccihsiz ve sebebsiz rüçhaniyet muhaldir. İrade bir sıfattır. Onun şe’ni böyle bir sebebsiz tercih yapmaktır.
Bu meselede bir şey daha ortaya çıkıyor; Katil diyor ki, madem katli halk eden Allah’tır, Hakktır. Denilir ki; Çünki İlm-i Sarf kaidesince ism-i fâil, bir emr-i nisbî olan masdardan müştaktır. Zira masdar bir emr-i itibaridir. Yoksa ism-i fail yani iş yapan mevzuumuzdaki katil ismi, vurmak, katletmek masdarından müstaktır. Ondan çıkmıştır. Yoksa bir emr-i sabit olan hasıl-ı bilmasdardan müştak değildir.
Yani vurmaktan fail olmadı. Ancak vurdu, sonra fail oldu. Öyleyse, vuran faile katil denilir. Vurdu fiili aynı zamanda hasıl-i bil masdar olan ölümden neşet etmemiştir.
Katil ismi, öldürmek fiilinden müştaktır. Yoksa ölümden müştak değildir ki katil ismi faile verilmesin. Bu hadisede masdar bizim kisbimizdir. Katil ünvanını da biz alırız. Hasıl-ı bilmasdar yani ölüm Hakk'ın mahlukudur.
Netice olarak kati bir kaide şudur ki; Mes'uliyeti işmam eden birşey, hasıl-ı bilmasdardan müştak kılınmaz.
Esasen irade-i cüziyeyi insaniye ve insanın cüzi ihtiyariyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir. Cenab-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallukuna bir şart-ı âdi yapmıştır.
Yani Cenab-ı Hak emrediyor ve diyor ki; “Ey abdim! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir!" hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen, o çocuk yüksek, soğuk ve sarp bir dağı istedi. Götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü, hatta bacağı kırıldı. Elbette diyeceksin ki; "Sen istedin, oh iyi oldu" diyerek itab edip üstelik de bir tokat vuracaksın. Cenab-ı Hak, Ahkem-ül Hâkimîn, nihayet za'fta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapmış, irade-i külliyesi ona nazar eder.
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Şerh Eden: Nazım Akkurt
Comments