Bu ihtilaf meselesini büyük üstad Bediüzzaman Said Nursi(ra) Münâzarât isimli eserinde çok kısa ve özlü olarak izah etmiş ve ihtilafları da hükme bağlamıştır. Meselenin bu kısmını aynen kitaptan aynen nakletmeyi zaruret telakki ederek aynen yazıyoruz;
Sual: Âlem-i İslâm ülemasının ortalarındaki müdhiş ihtilafata ne dersin? Re’yin nedir?
Cevab: Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb’usan ve bir encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki; re’y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki re’y-i ekseriyetin nazîresidir. Re’y-i cumhurdan maada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa istidadatın re’ylerine bırakılır. Tâ herbir istidad terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin. Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır:
Birincisi: Şu istidadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o istidad ile mahsus olduğu halde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etbaı iltizam edip tamim etti. Mukallidi taassub edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin hedmine çalıştılar.
Şu noktadan müsademe, müşagabe, cerh ve red, o derece meydan aldı ki, ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bazan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyetin tecellisine bir hicab teşkil etmiştir. Lâkin ziya-yı şemsten tefeyyüz etmesine istidad bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men’etmektedir.
İkincisi: Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden istidadlardaki heves ve heva ve mevrus âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zira istidad onunla insibağ edip onun muktezasına inkılab etmek lâzım iken; o, onu kendine çevirir ve telkîh eder, kendi emrine müsahhar eder. İşte şu noktada hüda hevaya tahavvül ve mezheb dahi mizacdan teşerrüb eder. Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.”
Görülüyor ki; mezheplerin zuhuru ve inkişafı kendilerini akıllı zanneden ve münevver sayan kimselerin safsataları ve ahmakane uydurmaları tarzında değildir. Yani bugünkü siyasi partiler gibi ve onların liderleri tarzında düzenleyerek partilerine üye topladıkları gibi ve kendilerine rey vereceklerin sayılarını artırma gayretleri ve çırpınmaları gibi değildir.
Mezhep imamlarının mizaç ve hastalıklarının tedavileri için kendilerine verilen bir ilaç ve bir reçetedir. Bu ilaç, edviye ve reçeteleri sahabeden ve Mehdi’den sonra en efdal olan müçtehidin-i izam ve mezheb imamlarının reçeteleridir. Ve müfessir-i Kur’an ve müşarih-i hadis ulemasıdır.
Bu zat-ı muhteremler, edile-i şeriyye olan kitap, sünnet, kıyas-ı fukaha ve icma-i ümmetten istihrac ettikleri ilmi delillerle mücehhez ve ekseriyetin reyine müstenid şeriat olacak ve nass hükmündeki fetvaları kaleme almışlar ve diğer cumhur-u ulemanın da kabulünden sonra bize ve bütün insanlara ulaştırmışlardır. Cezahümullahu hayren kesiyra. Allah onlardan ebeden razı olsun. Amin.
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Şerh Eden: Nazım Akkurt
Comments