top of page
Yazarın fotoğrafıNurani Müdafa

ÜSTÂD'IN HÜSREV AĞABEY İÇİN SÖYLEDİĞİ SÖZDEN NE ANLAMALIYIZ VE BUNA MAZHAR OLAN BAŞKA AĞABEY VAR MI?

Güncelleme tarihi: 18 Kas 2022

Soru Detayı


"Ben size ilân ederim ki; Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım." (Şualar, s. 517) diyor Üstâd Bediüzzaman Hazretleri. Bu gibi tabirlere mazhar olan başka ağabeyler var mı, Risale-i Nur'da geçen? Bu tabirden ne anlamalıyız?


Cevap


Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, talebelerine çeşitli iltifatlarda bulunmuş bir allame-i asırdır. "Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım." (Şualar, s. 517) şeklindeki ifadeler de bu şekil bir iltifattır.


Meseleye On Dokuzuncu Mektup olan "Mu'cizat-ı Ahmediye" Risalesinde geçen şu misal ile bakabiliriz;

"Muhabbet iki kısımdır.

Biri: Mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyt'i sevmektir. Şu muhabbet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktiza etmez.

İkincisi: Mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı düşünmeden Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemalini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah'ı bilmese de Peygamber'i tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın muhabbetine ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine sebebiyet vermez hem ifrat olsa başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder." (Mektubat, s. 107)


Aynen bunun gibi de; - temsilde hata olmasın- bizler Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin talebeleri olan ağabeylerimize "mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına" ve Üstâdımız nazarıyla kabul etmeli ve bu bakış açısı ile sevmeliyiz. Yoksa "mânâ-yı ismiyle" bir "muhabbet" ile sevmemeliyiz. "Yani bizzat" o ağabeyleri severek, o ağabeyler hakkında söylenen sözleri, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı düşünmeden ve Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’ni akla getirmeden sadece o ağabeylerimizin Kur'ân ve Îmân hizmetindeki kahramanlıklarını, kemalini ve yüksek faziletlerini düşünüp sever isek; hakikî muhabbet etmemiş oluruz. Onun için bize düşen daima, "mânâ-yı harfi"yle o ağabeylerimizi sevip, hürmet etmektir.


Yoksa Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, "Nurun Birinci Talebesi" olan Hulusî Yahyagil Ağabey için de bir mektubunun başında şöyle demiştir;

"Aziz, Âhiret Kardeşim ve Hizmet-i Kur'ân'da Gayretli Arkadaşım ve Ders-i Esrâr-ı Îmânîde Zekavetli ve Ferasetli Talebem ve Vefatımdan Sonra Sadâkatli Varisim, Biraderzadem..."

(Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nden Hulusî Ağabey'e Gönderilen ve Neşredilmeyen Mektuplar, Envar Neşriyat, s. 5)


Mesela Hüsrev Ağabey için; "Hüsrev, münasip görmediği kısmı ta'dil, tebdil, ıslah edebilir." (Şualar, s. 641) dediği gibi Hakkı Efendi ve Hulusî Bey'e yazdığı bir mektubunda Üstâd Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir;

"Sizlerin nazarlarınızı mihenk kabul ediyorum. Tashih ve tadilde mezunsunuz."

(Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nden Hulusî Ağabey'e Gönderilen ve Neşredilmeyen Mektuplar, Envar Neşriyat, s. 27)


Demek ki benzer ifadeleri farklı talebeleri için de Üstâd Bediüzzaman Hazretleri kullanmıştır.


Aynen bunlar gibi de "Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım" tabirlerine benzer ifadeleri çeşitli talebelerine de kullanmıştır.


Mesela Şualar eserinde şöyle geçmektedir;

«Ahmed Feyzi'nin "Maidetü'l-Kur'ân" başında malûm mektubumu mahkeme heyeti bahane ederek (ki Said kendi hakkındaki medihleri vesaireyi tasdik etmiş) benim mahkûmiyetime bir sebep gösterilmiş. Ben mükerrer dedim ki her şeyden evvel Ahmed Feyzi onu beyan edip ki o mektup, kendi hakkındaki mektupları kabul etmemek ve sair bir kısmını ta'dil etmek için idi, demesi lâzımken lüzumsuz onları hiddete getiren şeyleri yazmış. Ben onun bin kusurunu görsem ondan gücenmem. Fakat Nurlara zarar gelmemek için cesurane ve ihtiyatsız hareketten bir derece çekinmek lâzımdır.» (Şualar, s. 536)


Burada görüldüğü üzere Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Ahmed Feyzi Kul Ağabey için de "Ben onun bin kusurunu görsem ondan gücenmem." demiştir.


"Nazif'in hizmet-i Kur'âniyede öyle bir kıymeti var ki, dünyaca yüz kusuru olsa bakılmayacak. Bakılmamak gerektir. (...) Nazif'e karşı muğber olmayacağım. O kıymetdar hizmeti için afvedeceğim." (Kastamonu GM, s. 994)


Buradan da anlaşılacağı üzere Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Ahmed Nazif Çelebi Ağabey için "...yüz kusuru olsa bakılmayacak. Bakılmamak gerektir" demiştir. Ve "Nazif'e karşı muğber olmayacağım" yani "küskün, gücenmiş ve darılmış" olmayacağım demektedir.


"Sakın, sakın meşveretsiz, ihtiyatsız davranmayınız. Kardeşimiz Nazif'in ziyade hassasiyeti sizi incitmesin. Onun fevkalade kalemi ve hizmeti ve ciddiyeti kusuratını affeder. Onun bazı fikrinize muvafık gelmeyen fikirlerinden gücenip tesânüde zarar vermeyiniz." (Emirdağ 1 GM, s. 1473)


Burada da Üstâd Bediüzzaman Hazretleri, Nazif Çelebi için "yüz" veya "bin" gibi bir sayı vermeden "fevkalade kalemi ve hizmeti ve ciddiyeti kusuratını affeder" diyerek "kusuratı" mutlak bırakır.


Şualar'da geçen bir mektubunda da;

"Risale-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki bin seyyieyi affettirir. Haşirde adalet-i İlahiye, hasenelerin seyyielere racih gelmesiyle affettiğine binaen, siz de hasenelerin rüçhanına göre muhabbet ve af muamelesini yapmak lâzımdır." (Şualar, s. 330) demiştir.


Burada "bin seyyieyi affettir"en şeyin "Risale-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet" hasenesi olduğu belirtiliyor. Bu ağabeylerimiz için Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin kusurlarına bakmaması ve affetmesi, aleyhlerinde bulunmamasının sebebi; uhuvveti muhafaza etmek, hizmet-i Kur'âniye ve îmâniyedeki derecelerinin yüksek olması, fevkalade kalemleri ile yazıda çalışmaları, hizmette ciddiyetleri ve tam sadakatleri nedeniyledir. Yoksa bizatihi bir şahsı ön plana çıkarmak değildir.


Nitekim konuyla ilgili Kastamonu Lâhikası'nda geçen bir mektubunda şöyle demektedir; "Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı." (Kastamonu Lâhikası, s. 6)


Demek ki "ehemmiyet ve kıymet"in ölçüsü" şahs-ı manevî"dir, "maddî ve ferdî ve fâni şahıs"lar değildir.


Şualar eserinde de; "Bâki ve güneş gibi ve elmas misillü hakikatler, fâni şahıslar üzerine bina edilmez ve fâni şahıslar o kıymettar hakikatlere sahip çıkamazlar." (Şualar, s. 567) diye beyan etmektedir.


Kendisi için bile, "Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim." (Mektubat, s. 369) demiştir. Şahıs endeksli değil Kur'ân ve İman hakikatleri endeksli bir dâvâ bırakmıştır, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri.


Hanımlar Rehberi'nin sonunda geçen bir mektupta, bir Hanım Nur Talebesinin de beyan ettiği gibi; "Fâni bir üstâda yapışmamışız ki, o vefat edince biz mürşidsiz kalalım. Ölmeyen, bâki olan Kur'ân tefsiri Risale-i Nur gibi ebedî bir üstâd var. Üstâdımız ebediyen bize üstâdlık edecek, bize hâmi olacak, bizi ölünceye kadar nurlandıracak İnşâallah." (Hanımlar Rehberi, s. 159)


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa Heyeti

429 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page