"İ'lem Eyyühel-Aziz!
Senin önünde çok korkunç büyük mes'eleler vardır ki, insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.
Birisi:
Ölümdür ki, insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir ayrılmaktır.
İkincisi:
Dehşetli korkulu ebed memleketine yolculuktur.
Üçüncüsü:
Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır. Öyle ise, bu gaflet ü nisyan nedir? Devekuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin. Veya sen Onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin?"
(Mesnevi-i Nuriye, s. 214)
"İ'lem Eyyühel-Aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû' etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahâza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!"
(Mesnevi-i Nuriye, s. 130)
"Ey ihtiyarsız sür'atle kabre, haşre, ebede giden Said-i şaki! Bil ki: Uzun ve kısalığı nisbetinde iki hayatın levazımatını tahsil etmek için Mâlik-i Kerim sana, bir sermaye-i ömür verdiği halde; sen o sermayenin kısm-ı a'zamını, hayat-ı bâkiyeye nisbeti bir bahrin bir katre seraba nisbeti gibi olan şu hayat-ı fâniye katresinde zayi' ettin. Eğer aklın varsa elde kalan kısmının yarısını veya üçte birini veya lâakal onda birisini, deniz gibi hayat-ı bâkiyeye sarfet."
(Nur'un İlk Kapısı, s. 39)
"Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür'atli akar."
(Mesnevi-i Nuriye, s. 177)
"Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi' ettik. Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü'ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider..."
(Sözler, s. 212)
"Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti, hem müflis olarak kabre gidiyorum; keşke aklımı başıma alsaydım."
(Mektubat, s. 422)
"Gençlik sersemliğiyle zayi' ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini; bütün günahlar, hatiatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nalân edip düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran bîhaber."
(Lem'alar, s. 225)
"Niyazi-i Mısrî'nin
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber...
dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de her gün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümidlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden müfarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O manevî ve çok derin ve devasız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim,
Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber!"
(Lem'alar, s. 224)
(Zamanın Kıymeti, Abdulfettâh Ebû Gudde, Notlar Ekleyerek Çeviren: Enbiya Yıldırım, Şubat 2019, Ankara, s. 107 - 108)
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Yayına Hazırlayan: Abdulkadir Çelebioğlu
Comments