top of page
  • Abdulkadir Çelebioğlu

ÇAĞIMIZDA BİR HASTALIK: MODALAŞTIRILAN TESETTÜR

Güncelleme tarihi: 18 Kas 2022


Öncelikle bu yazıyı neden kaleme aldığımız ile başlayalım. Bu yazıyı kaleme almamızdaki asıl maksadımız “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” vazifesini yerine getirmektir. Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yani iyiliği emredip kötülükten nehyetmek için yazımızı kaleme alıyoruz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Meâlen: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 104. Âyet-i Kerime ve Meâli)

Peki, akla şöyle bir soru gelebilir. Bize ne insanların yanlış yapmalarından?.. Yani biz niye bu meseleye karışıyoruz?.. Bu konu hakkında Resûl-i Ekrem(asm) şöyle buyuruyor: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslîm, Îmân, 78; Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 11; Nesâî, Îmân, 17)

Verdiğimiz hadîs-i şerîften İslâm Âlimleri genel olarak şunu çıkarmışlardır; kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin âlimlerin, kalp ile buğzetme/onaylamamanın ise bunlara güç yetiremeyen zayıfların yani âvâmın görevi olduğunu söylerler. Temsilde hata olmasın biz burada bu yazıyı kaleme alarak âlim olduğumuzu göstermeye çalışmıyoruz. Yalnızca Cenâb-ı Hakk’ın rızasını istiyoruz. Kur’ân-ı Hakîm’de şöyle buyurulmaktadır;

يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

“Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, zulümâttan (küfür karanlıklarından) nûra (îmâna) çıkarır. Onları dosdoğru yola hidâyet eder.” (Mâide Sûresi, 16. Âyet-i Kerime ve Meâli) Zira bizler “Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.160) düstûruna tâbi oluyoruz. Hak yolda hakaretlere maruz kalsak da asla hakkı savunmaktan geri durmamayı İzzet-i İslâmiye olarak görüyorum. Zaten bizim yaptığımız Cenâb-ı Hakk’ın emridir. Zira Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ

“Mü’min erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velîsidirler. İyiliği emreder, kötülükten men ederler.” (Tevbe Sûresi, 71. Âyet-i Kerime ve Meâli’nden) Velî olmak dost ve yardımcı olmanın gereklerindendir. Bu aynı zamanda mü’min olmanın da gereğidir. Dost olmak, birbirini Allah için sevmede, birbirine muamelede ve birbirine kardeş olmada kalplerin ve gönüllerin birliğini ifade eder. İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın mü’minlerin en önemli görevlerinden biri olduğu verdiğimiz âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîfte etraflıca belirtilmiştir.

Şimdi asıl konumuza gelelim. Yani Tesettüre… Tesettür nedir?.. Öncelikle bunu öğrenmemiz gerek. Tesettür; Arapçadaki “setr” kökünden gelir ve kapanma, örtünme anlamları vardır. Fıkhî tabir olarak ise kadınların ve erkeklerin başkasına, nâmahreme vücutlarının haram kısımlarını örtüp göstermemeleri anlamına gelir. Biz yazımızda hanımların tesettürü ve asrımızdaki yanlışlar üzerinde duracağız. Ama bu tesettürün yalnızca hanımlara özgü olduğunu göstermez. Nitekim erkekler için de tesettür mevzû bahistir. Bu ayrı bir meseledir. Tesettürün farz olduğuna dair âyetlerden birisi şudur:

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu onların tanınmalarını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah Ğafûrdur, Rahîmdir (çok bağışlayan ve çok esirgeyendir).”(Ahzab Sûresi, 59. Âyet-i Kerime ve Meâli) Verdiğimiz âyet-i kerîmede kesin olarak tesettürün farz olduğunu görüyoruz. Âyette geçen “cilbab” ile ilgili Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır şunları demektedir: “Cilbab: Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, câr gibi dış elbisenin adıdır. Kadınların elbiselerinin üstüne giydikleri her çeşit giysidir. Tepeden tırnağa örten giysidir.” (bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Ahzab Sûresi 59. Âyet-i Kerime’nin Tefsiri) Yani buradaki “cilbab”dan bunları anlamamız gerekmektedir.

Tesettürün farziyetini yani farz oluşunu ilan eden Ahzab Sûresi 59. Âyet’e bir izah mâhiyetinde Asrın Büyük İslâm Âlimi Bediüzzaman Hazretleri’nin şu tabirleri çok dikkat çekicidir. Şöyle ki: “Malûmdur ki; insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık-saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve seriü’t-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz; açık-saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, ‘Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar’ diye polislere şekva ediyorlar. Demek medeniyetin ref’-i tesettürü, hilaf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymetdar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 196)

Buradan da şunu anlayabiliriz;

İnsan sevmediği ve rahatsız olduğu adamların kendisine bakmalarından sıkılır, tesir altında kalır. Elbette açık-saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem/kendisine karşı örtünmesi gereken yabancı erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden rahatsız olur, hoşlanmaz. Hem fuhşa düşmemiş ve ahlâkı bozulmamış bir güzel kadın, nazik ve çabuk üzülen/hassas bir yapıda olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen belki zehirlemek şeklinde zarar veren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz; açık-saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkatli bakışlardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şikayet ediyorlar. Demek medeniyetin tesettürü kaldırması, kadının yaratılışına zıttır/terstir. Kur’ân’ın tesettür emri yaratılışına uygun olmakla beraber, o şefkat/merhamet kaynağı ve kıymetli birer ebedî hayat arkadaşı olabilen kadınları, tesettür ile kıymetten düşmekten, alçalmaktan ve manevî esir durumuna düşmek ve manen perişan olmaktan kurtarıyor.

"Tesettür, kadınlar için fıtrîdir" (Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, s. 195) yani tesettür kadınların yaratılışının icabıdır ve yaratılışındaki özellikler örtünmeyi gerektirir. "fıtratları iktiza ediyor" (Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, s. 195) yani kadınların yaratılışları tesettürü gerektiriyor.

Tesettür ile ilgili hadîs-i şerîflere gelecek olursak; bu nokta daha iyi anlaşılacaktır. “Resûlullah (asm) bir gün Hz. Âişe (r.anha)’nın evine girdi. Kız kardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun her tarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı. Resûlullah (asm) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Âişe (r.anha) kız kardeşine ‘Buradan uzaklaş. Resûlullah (asm) sende hoşlanmadığı bir şey gördü’ dedi. Hz. Esma uzaklaştı. Arkasından Resûlullah (asm) içeriye girdi. Hz. Âişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resûlullah (asm) de elbisesinin yeninin sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek söyle cevap verdi: ‘Kız kardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez.” (Mecmau’z-Zevâid, numara: 4168) Bu hadîs-i şerîften Hz. Esma’nın giydiği elbisenin bedenini örttüğünü fakat kollarından açıklık olduğunu, bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in bu kıyafetinden hoşlanmadığını, ellerinin üstünün parmaklara kadar da örtünmesi gerektiğini İslâm Âlimleri anlamışlardır ve de böyle ifade etmişlerdir.

Hz. Âişe’den gelen bir diğer rivayete göre, bir gün Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma ince bir elbise ile Allah Resûlü’nün huzuruna girmişti. Resûlullah (asm) ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Resûlullah (asm) bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti.(Ebû Dâvûd, Libas, 31)

Diğer hadîs-i şerîfe gelecek olursak. O da söyle: “Ümmetimin son dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin (bineklerin) üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik uryandır (giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır. Onlara lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, no: 6786) Bu hadîste geçen “Ümmetimin son dönemlerinde”n kasıt şüphesiz “Âhirzaman”dır ki, şu anda içerisinde bulunuyoruz. Bu hadîs ve benzeri hadîslerde geçen “giyinikçıplak” ve “devehörgücü” tabirlerinin üzerinde ileride duracağız. Konuyla ilgili ele alacağımız son hadîs-i şerîfe gelelim. Ebû Hureyre (ra) diyor ki: Resûlullah (asm) şöyle buyurdu: “Ateşlik iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim. Yanlarında sığır kuyruğu gibi kamçılar olup insanları onlarla döven topluluk ve biri de bir takım kadınlar topluluğudur ki bunlar, giyinik çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler. Kokusu şu kadar, şu kadar yürüme mesafesinden alındığı halde, bunlar cennetin kokusunu da bulup alamayacaklardır.” (Müslîm, Libas, no: 3971) Burada hadîslerimizi tamamlamış olduk. Son yer verdiğimiz hadîsin izahına dair bir şey söyleyip öyle geçelim. Bu konuda 2 yorum yapılmıştır. Birisi; bu haram fiilleri helal görürse dinden çıkacağıdır ki, cehennem ebedî olarak kâfirler için hazırlanmıştır. Bu nedenle inkâr etmesi sonucu dinden çıkıp, kâfir olur. Aksi takdirde böyle bir şey söz konusu değildir. İkincisi; bunlar kâfir olmamakla birlikte günahta devam ettikleri için günahkar olurlar. Günahlarının cezasını çektikten sonra cennete gireceklerdir. (Benzer ifadeler için bkz. İman Nevevî’nin hadîs ile ilgili şerhi)

Öncelikle tesettür ile ilgili âyetlerden başlayalım. Ahzab Sûresi 59. Âyet, tesettür hakkındaki âyetlerden biridir. Cenâb-ı Allah, kadını ve kadının iffetini korumak için tesettürü emretmiştir. Tabiki bu tesettürün farziyetinin nedenlerinden sadece bir tanesidir. Kadının neden açık değil de kapalı olması gerektiğine bir kaç örnek verelim. Bir elektrik kablosu düşünelim. Her bir elektirik kablosunun üzerinde yalıtkan yani elektriği geçirmeyen bir katman vardır. Neden bu katman var?.. Çünkü o yalıtkan katman sayesinde elektrik kablosu kimseyi çekmiyor. Aynen bunun gibi de Müslüman bir hanımın yalıtkan katmanı onun tesettürüdür. Tâ ki kendisine nâmahrem olan erkekleri kendine çekmesin. Bakır telde yalıtkan katman gerekli olduğu gibi, Müslüman bir hanımda da tesettür gereklidir. Bir başka örnek verelim. Fıtrî, orijinal haliyle bulunan bir meyve ile soyulmuş bir meyveyi ele alalım. Örneğin bir elmayı nazara alacak olursak kabuklu olan haline bakıyoruz. Ve sonra da soyulmuş hâlinin 15 - 20 dakika sonraki haline bakıyor ve sararmasına şahit oluyoruz. Ve kabuğu soyulan elmanın aynı zamanda bakterileri kendine çektiğini görüyoruz. Temsilde hata olmasın aynen bunun gibi de bir Müslüman hanım da Allah’ın emrine uygun bir şekilde örtülü olunca kabuğu olan fıtrî elma gibi oluyor.

Ama tam tersi olduğunda elmanın bakterileri kendine çekmesi misalinde olduğu gibi o hanım da başka nâmahrem erkeklerin nazarlarını üzerine çeker. Bir başka örneğe geçelim. Mesela demirciye gidip demir alırsak onu özen ile güzel bir ambalaja demiri koymaz. Peki neden?.. Çünkü her şey layık olduğu gibi muamele görür. Ama kuyumcudan altın alındığı zaman o altını kuyumcu güzel bir şekilde ambalajlar. O şekil ambalajladıktan sonra bize verir. Neden?.. Çünkü altın kıymetlidir. İşte aynen bunun gibi de Müslüman hanımlar altın gibi kıymetlidirler. Ve Yüce Allah Müslüman hanımların tesettüre girmesini emretmektedir. Burada aynı zamanda kadının kıymeti de anlaşılmış oluyor.

Bir diğer örnek ise şudur ki; Bir Sultana, Avrupalı birisi sormuş: “Neden siz kadınlarınızı kapatıyorsunuz?..” Sultan da cevaben: “Siz altın, mücevher ve elmaslarınızı nerede muhafaza edersiniz?..” demiş. O kişi de: “Kasalarda özenle muhafaza ederiz.” demiş. Ve Sultan bunun üzerine: “Bizim kadınlarımız da mücevher ve elmaslar kadar kıymetlidir. O yüzden tesettüre bürünürler.” diye cevap vermiş. Bu olayda verilen cevap yerindedir. Buradan almamız gereken ders; altın, mücevher ve elmas kıymeti nisbetinde özenle muhafaza edildiği gibi Müslüman hanımlar da kıymetli olmaları hasebiyle tesettür ile muhafaza olunuyorlar.

Bu misallerden sonra bir diğer konuya gelelim. Bir diğer konu ise tesettürün nasıl olduğu konusudur. Günümüzde, yani ÂHİR zamanda tesettür adı altında tesettürle alâkasız giysilerin piyasaya sürüldüğünü görüyoruz. 90’lı yıllarda ülkemizde tesettürlü hanım ve kızlarımız sırf tesettürlü oldukları için mağdur olmuş iken, günümüzde tesettürü mağdur bir hâle getiren kızlarımız olmuş oldu. Her şey ‘Bu da olur ya!..’, ‘Ne olacak ki!..’ ve benzeri basit görme cümlelerimiz ile başladı. Ve taviz tavizi getirdi.

Tesettürün serbest olması nisbetinde tesettürün ruhuna ve mâhiyetine aykırı durumlar peşi sıra geldi. Ve bunları “moda” adı altında halkı ifsad etmek için piyasaya sürdüler. Bu şekilde kendi elimizle kendi ocağımıza incir ağacı dikmiş olduk. Herkes kendi başına müftü oldu. Kendi kendine fetvasını verir hâle geldi. Allah’ın kitabı ve Resûl’ünün sünnetine aykırı olan şeyleri normal görmeye başladılar ve insanlara öyle lanse etmeyi dikte ettiler. Bunun için de sosyal medya ve çeşitli iletişim araçlarını kendilerine mecra seçtiler. Ve istedilerine de malesef ki ulaştılar. Erkeğin nazar-ı dikkatini çeken elbiseleri giyip, bütün vücut hatları belli bir halde dışarı çıkanların sayısı günbegün artmaya başladı. Şimdi bu yanlışları sırasıyla ele alalım.

Birinci ele alacağımız yanlış, sadece saçların görünmemesini farzmış olarak görme halidir. Bütün vücut hatlarının örtülmesi gerekir. Sadece başın örtülmesi/saçların kapatılması tesettür için yeterli değildir. Bir kimsenin başını bir eşarp ile örtmesi ama buna karşılık da altına vücudunun orta bölümünü gösteren bir elbisenin olması ve altına da dar bir pantolon giyilmesi; tesettürün ruhu ve nuru ile bağdaşmaz.Halbuki âyette meâlen “cilbablarını (dış örtülerini) üstlerine almaları” (Ahzab Sûresi, 59. Âyet-i Kerime Meâli’nden) emrolunmuştur. Vücut hatlarını tam kapatacak şekilde cilbab (dış örtü) giymek âyete göre farz kılınmıştır. Bu yapılmaz ise farz yerini bulmaz.

Dış örtüden maksat vücut hatlarını belli etmeyen elbiselerdir. Bu tür giysiye bürünenlerin Allah’ın emrettiği tesettürü uygulamadıkları âşikârdır. İnşâallah en kısa zamanda bu yanlışlarından vazgeçip, Allah’ın emrettiği şekildeki tesettüre bürünürler.

İkinci ele alacağımız yanlış ise; dar pantolon üstüne diz üstü veya diz bölgesi civarına kadar uzanan tunik, kap ve benzeri giysilerin giyilerek tesettürün uygulandığının yanılgısıdır. Bu şekil giyinmek Allah’ın emrettiği tesettüre uymamaktadır. Ahzab Sûresi 59. Âyette “cilbab” olarak geçen ve dilimize “dış örtü” olarak aktarılan örtünme ile bu şekil bir giyinmebağdaşmamaktadır. Bu tür giysileri “Tesettür giyim” olarak piyasaya sürmenin de büyük bir vebal olacağı unutulmamalıdır. Cenâb-ı Hak bu durumlardan muhafaza eylesin.

Üçüncüsüne bakacak olursak tesettürü “eşarp” ile sınırlandırma hatasıdır. Ve bu kesimin yaptığı en büyük hata “Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar”(Nûr Sûresi, 31. Âyet-i Kerime Meâli’nden) emrine riâyetsizlik edip “yaka”larına kadar örtülerini örtmemeleridir. Halbuki Cenâb-ı Hakk “yakalarına” kadar örtülerini örtmelerini istemiştir. “Başörtülerini yakalarına kadar örtsünler” diye de mânâ verilen âyetten maksat, vücudun tamamını örtsünler, boyun, yaka ve gerdan kısmını da kapatsınlar demektir.

Demek ki tesettürü sadece “eşarp”a indirgeyenler bu âyete münafi davranmışlardır. Günümüzde başını örtüp de boynu görünen hanımların bulunması çok üzücüdür. İnşâallah onlarda Allah’ın bu âyetlerine en kısa zamanda riâyet ederler. Yani buradan anlamamız gereken hanımların göğüslerine kadar başörtülerini örtmeleri ve boyun-gerdan gibi bölgelerinin de örtülmesi gerekliliğidir.

Dördüncü yanlışa gelirsek. Asrımızda moda haline gelmiş bir vakıadır ki maalesef çoğu kişi pek fazla değinmemektedir. O konu ise “ipek eşarp” modasıdır. Tesettürün hakkını eda etmemenin yanında hem farz yapıyorum deyip sonrada o farzın içinde israf yapmak birbirine zıddır.

Her konuda olduğu gibi hakkı esas alıp, bunları söylemek istiyoruz. Nitekim bizim vazifemiz hakkı söylemektir. “Hakkın hatırını kırmayacağım, hakikatı söyleyeceğim. Zira hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağ olsun.” (Bediüzzaman SaidNursî, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 36) Halbuki gerçek ortadadır. Allah’ın emrettiği tesettürü yaparken aynı anda yüksek fiyatlardaki eşarplara para harcamak birbirine muvafık düşmemektedir. Bir yandan farz yapılırkendiğer yandan da o farzın içinde haram olan israfı yapmak, tesettürün ruhu ile de mânâsı ile de bağdaşmamaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟

“…Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf Sûresi, 31. Âyet-i Kerime ve Meâli’nden) Aynı âyette

كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ

“…yiyin, için; fakat israf etmeyin.” (A’râf Sûresi, 31. Âyet-i Kerime ve Meâli’nden) diye buyurulur. İslâmî olanı “israfa kaçmayacak şekilde” olanıdır. Ek olarak belirtmek gerekir ise, burada yanlış olarak ele aldığımız şey; marka isminden dolayı aynı değerde bulunan ve daha uygun fiyattaki eşarp yerine yüksek fiyata satılan eşarbı almaktır. Yoksa Kur’ân-ı Kerîm ve Sahih Sünette yer alan tesettüre riayet eden ipek eşarba haram demeyiz. Ölçüler vardır ve o ölçülere göre mihenk taşına vurulur.

Beşinci yanlış ise “saç dibi gösterme modası”dır. Ve bu “moda”nın herhangi bir mantığı da yoktur -aynı diğer moda şekilleri gibi-. Tesettürün gaye ve amacına terstir. Saçını gösterecek ise tesettürün herhangibir anlamı kalmaz. Tesettür ile bu şekil bir davranış nasıl bir arada bulunma imkanı yoktur. Çünkü bu durum,tesettürün mânâ ve hakikatine ters düşmektedir. ‘Saç terliyor!..’, ‘Bone rahatsızlık veriyor!..’ ve benzeri şeyler vesvese ve desiselerden başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hak o vesveseleri izale eylesin ve hakikî mânâda tesettüre riâyet etmelerini nasip eylesin. Bunu yapanlar bilmelidirler ki; saç dipleri de saçın kendisi de kapanarak tesettür olur. Saç göstermek olur ise bu durumda kişi, tesettüre uymamış ve Allah’ın emrine hakkıyla uymamış olur. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen “Zînet yerlerini açmasınlar.” (Nûr Sûresi, 31. Âyet-i Kerime Meâli’nden) buyurulur. Peki zînet nedir? Zînet genellikle taç, küpe, gerdanlık, bilezik ve benzeri takılar ile sürme, kına ve elbise süsleri gibi anlamlara gelir. Yani âyette zînetleri açmak ve göstermek bile yasaklanmış iken bunların mahalli olan vücudun gösterilmesi nasıl helal olabilir ki?! Saç da bunun kapsamına girer. Nitekim bir kısım âlimlerimiz burada zînetten maksadın, zînetin takıldığı ve kullanıldığı yer olduğu fikrini kabul etmişlerdir. Yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç yeri; saç, örgü ve büklüm yeri; bilezikler, bilezik yeri; pazular, pazu bent yeri; baldırlar; halhal yeri; ayaklar da eller gibi kına yeridir. Bunlara dikkat etmek gerekir. Yani saydıklarımızın içinde “saç” da “zînet” olarak kabul edilmiştir. Zaten zînetin de kelime anlamı süs ve kadınlara mahsus kıymetli şeyler demektir. Bu kapsamda saçın da “zînet”e dahil olduğunu anlamış olduk.

Altıncısına ve en mühimmine gelelim. Son zamanlarda daha da yaygınlaştığı dikkat çeken ve ihmalkârlık yapılan bir meseledir ki; “bilek ve kol bölümünün” açık bırakılması ve gösterilmesidir. Başını örttüğü hâlde kadının avret bölümüne dahil olan bileğini gösterip o bölgesi görünen fotoğraflarını çekip sosyal medyada yayınlayamanın tesettür ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Neden? Çünkü avret yerinin ölçüsünü Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz izah etmiştir. Nitekim şu beyanları açıktır: ”Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber (asm) bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti (Ebû Dâvûd, Libas, 31) Hz. Ebû Bekir’in (ra) kızı Hz. Esma’ya (r. anha) bunu söyleyen Peygamber-i Zîşan (asm) ümmetine ölçüyü bu şekilde belirtmiştir. Unutmayalım ki Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de söyle buyurmuştur:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ

“Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa Sûresi, 80. Âyet-i Kerime ve Meâli’nden) Onun için bunları tahattur etmeliyiz. Setr-i avret yani şer’an örtülmesi lâzım gelen yerleri örtmede azâmî dikkat göstermek lâzımdır. Ve bilek, kolun bir bölümü ve dirsek de avret mahalinin içindedir, Müslüman hanımlar için. Mezheplere göre kadının avret yeri konusunda ufak nüans farklılıkları vardır. Mesela Hanefî mezhebinde el, yüz ve ayak hariç tüm vücut avrettir. Şafiî mezhebinde el ve yüz dışında geri kalan yerler avrettir. Hanbelî mezhebinde ise yüz dışında geri kalanı avret sayılmıştır. Mâlikî mezhebinde durum biraz farklı olmakla birlikte yüz ve el avret sayılmamıştır. Bir de hafif avret adlı bir kavramı da kullanırlar. Genel hatlarıyla baktığımız zaman ülkemizin büyük çoğunluğu Hanefî ve Şafiî olması hasebiyle el ve yüz -Hanefîlerde bir de ayak- harici başka nâmahrem erkeklere göstermek câiz değildir. İnşâallah bu vaziyette bulunan hanımlarımız tez vakitte bu hatalarından dönüp, hakikî tesettürün ruhuna bürünürler.

Yedinci gelecek olursak bu işe fazla ele alınmayan bir konudur. Ve tehlikesi pek fazla bulunan durumların başında gelir. Bu konu ise tesettürü veya daha doğrusu eşarbı aksesuar olarak kullanmaktır. Allah muhafaza Allah’ın emrini yerine getirmek değil de bir aksesuar olarak görmek ciddi bir problem ve sıkıntıya yol açar. Farklı şekillerde eşarbı bağlayarak yapılan bu durum kesinlikle hatalıdır ve yanlış bir durumdur. Amaç Allah’ın emrini yerine getirmek olmalıdır. Bundan başka bir gâye olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki tesettür ibadettir. Ve “ibadetin ruhu ihlâstır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.” (Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’caz, s.85) Buradan da anlaşılacağı üzere tesettürün ruhuna uygun bir şekilde ihlâs ile örtünmek gerekir. Cenâb-ı Hak, bu şekilde hakikî tesettürü ihya edenlerin sayılarını arttırsın inşâallah.

Sekizincisi ise tesettüre büründüğü halde tesettürün ruhuna uygun davranmama meselesidir. Bir takım kapalı olmayanların “Tesettürlü ama onu yapıyor, bunu yapıyor, şu günahı işliyor..” vs demelerine sebebiyet verilmesi olayıdır ki, günümüzde çok karşılaşıyoruz. Bu durum bir çok yönüyle yanlıştır. Öncelikle günah olan şey açık olan hanıma da kapalı olan hanıma da günahtır. Bunu bahane yapmaları onlara dayanak olmamaktadır. Ve burayı biraz daha şümullü ve geniş düşünürsek; hepimizin “Ahlâk-ı İslâmiye ve Edeb-i Kur’ânî” ile muttasıf yani vasıflanmış olmamız gerekmektedir. İslâm’ın âhlakı ve Kur’ân’ın edebi ile kendini bilen insan ve bunlar ile yetişen bir Müslüman bahane aramaz ve aramamalıdır. Ve başkalarının da kendisi gibi durumlarda bulunması ona hüccet ve delil olamaz. Bu konuyla ilgili ne de güzel diyor Bediüzzaman Hazretleri: “Hem deme: Ben de herkes gibiyim. Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.170) Bu nedenle tesettürlü olanların tesettürün hakkını vermeleri ve tesettüre bürünmeyenlerin de tesettürlü olanların yanlışlarını kendilerine delil getirmemeleri gerekir. Bunu aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Yalnızca tesettür konusunda değil, her konuda da Müslümanların misal olmaları gerekmektedir. Çünkü “Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevcdâhil olacaklardır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.84) Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Biz sadece nümûne olsun diye sekiz tane misal verdik. Diğerlerini de buna kıyas edebilirsiniz. Diğer hadîs-i şerîfi ele aldığımızda ise “…başları bir tarafa meyleden develerin hörgücü gibi olan kadınlar…”(Müslîm, Libas, 125) şeklinde bir tabir geçmektedir. Bu durum; başa örtülen eşarp ve benzeri başörtüleri ile başın büyük gösterilmesidir. Bu nedenle Resûl-i Kibriya (asm) “deve hörgücü”ne benzetmiştir. Bu hadîsin canlı örneklerini asrımızda görmekteyiz. Hanımlar, Allah’ın kendilerine bağışladığı ve lütfettiği saçlarla yetinmeyip, yapma saç takıyorlar. Veya eşarpın altından bir çıkıntı oluşturarak “saç topuzu” koyuyorlar. Bunlar hadîste geçen “deve hörgücü” kapsamına girmektedir. Bu yapılan yasaklanan bir durumdur. Bunun günah olduğunu bilip de devam eden günahkâr olur. Ama Allah muhafaza bu haramı, helâl olarak gören olursa dinden çıkar. Bu kısma giren hanımlar için hadîsin sonunda çok dikkat çekici ifadeler vardır.(Merak edenler için bkz. Müslîm, Libas, 125, Cennet, 52; Ahmed bin Hanbel, 2, 223, 356, 440). Tesettür bir ibadet olduğu için bu ibadetin ölçüsünü Allah ve Resûlü belirler. Nefis, heva, zevk ve şahsî kanaatlar ile değil; deliller ile duruma bakılması gerekir. Konuyla ilgili âyetlere ve tefsirlere bakabilirsiniz. (Bkz. Nûr Sûresi, 31. Âyet; Ahzab Sûresi, 59. Âyet; Nûr Sûresi, 60. Âyet)

Genel hatlarıyla tesettürü ele alcak olursak şunlar temel esas olmalıdır:

1-Bol olacak; vücudun ayrıntılarını ortaya çıkarmayacak. Yani dar olmaması gerekir. Giysinin dar olması onu tesettür kapsamından çıkarır. Hadîslerde geçen “Giyindiği hâlde çıplak olan”lar(Müslîm, Libas, 125) kapsamına girer. Nitekim başka hadîs-i şerîflerde de geçtiği üzere “Onlar adı örtülü ama gerçekten çıplaktırlar” (Süyûtî, Tenviru’l-Havalif, c.3, s.103) haddi içerisinde bulundukları nazarları kendine çekmektedir. Ve önemle üzerinde durulması gerekmektedir.

2- Şeffaf olmayacak; içini göstermeyecek. Zaten içini gösterirse tesettürün ne mânâsı kalır ki?!

3- İnce olmayacak; nitekim Allah Resûlü’nün (asm) Hz. Esma’nın ince bir elbise ile girmesi sonucu Resûlullah (asm) yüzünü çevirmiştir. (Ebû Dâvûd, Libas, 31)

4- Tesettürün kendisi bir zînet malzemesi olacak bir şekilde çekici olmayacak. Çünkü “Zînet yerlerini açmasınlar” (Nûr Sûresi, 31. Âyet-i Kerime Meâli’nden) buna delildir. Tesettürün temel amaçlarından biri zaten zînetleri gizlemek ve cezbetmemek değil midir?..

Şu unutulmamalıdır ki, “Giyinik çıplaklar”ın ortaya çıkması âhir zaman’da bulunduğumuzun ve kıyamete yakın bir dönemde olduğumuzun alâmetlerindendir. Bir felaket düşünün ki her yer şu altında kalacak. Hz. Nuh (as) dönemindeki gibi bir dönem düşünün. O zamanki dalgalar; şimdi internet dalgası oldu, arkadaş dalgası oldu, çevre dalgası oldu, sosyal medya dalgası oldu. İşte âhir zaman’ın büyük dalgalarından biri de bu “Modalaştırılan Tesettür” dalgasıdır ki, Allah muhafaza kişinin ebedî saâdetinin harabına sebebiyet verebilir.

Misal olarak Hz. Eyyûb'un (as) hastalıklarını verebiliriz. Hz. Eyyûb’un (as) hastalıkları kısacık dünya hayatını tehdit ederken; bu şekildeki günahlar -özel mânâda bu konu genel mânâda bütün günahlar- ise bizim ebedî hayatımızı tehdit ediyor. Bizler nasıl bu âyet ve hadîslere muhalefet ederek ebedî saâdetimize mâni oluyoruz?.. Bunları okuduktan sonra herkes kendisini bir kez daha gözden geçirmelidir.

Cenâb-ı Hak bizleri ve sizleri âhirzamanın câzibedar fitnelerinden muhafaza eylesin. İslâm’ın kızı ve İslâm’ın hanımlarına Kur’ân-ı Hakîm’in ve Sünnet-i Nebevî’nin ölçülerine göre hareket etmek düşer. Bizler konuyu fazla uzatmıyor ve söylediklerimizle iktifa ediyoruz. Cenâb-ı Hak bizleri hakikî mânâda istifade edip, uygulayanlardan eylesin. Âmîn..


Selam ve dua ile.

Nurani Müdafa

Yazar: Abdulkadir ÇELEBİOĞLU



1.070 görüntüleme3 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page