Bir başka eserinde Üstâd Bediüzzaman şöyle der;
«Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ulemânın âsârları, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir; fakat bazı zaman olur ki, bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur. Çünkü hazine kapalıdır; fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir. Zannederim ki, o enaniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki: Neşrolunan Sözler, hakaik-i Kur'âniyenin birer anahtarı ve o hakaiki inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılınçtır. O ehl-i fazl u kemal ve kuvvetli enaniyet-i ilmiyeyi taşıyan zâtlar bilsinler ki; bana değil, Kur'ân-ı Hakîm'e talebe ve şakird oluyorlar. Ben de onların bir ders arkadaşıyım.» (Mektubat, s. 425)
Demek ki yapılan hata, mektuplardaki "kayıtları" tam anlamamaktır.
Kayıtlı olan bir cümle de şudur;
"Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir." (Lem'alar, s. 167)
Burada kaç tane kayıt var?
1- Anlayarak okuyan
2- Kabul ederek okuyan
Cümledeki mânânın ne olduğunu anlamak vardır. Bir de o mânâyı tasdik etmek vardır ki, o da kabul etmek olur. Tasdik olduğu zaman ilim olur.
Diğer kayıt da;
3- Bir sene
Demek ki her okuyan değil "Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan" şeklinde bir kayıt vardır.
Ve devamında da, "bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir" denilerek yine kayıt düşülmüştür.
Aynı zamanda mektup "Risale-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadîs-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim." (Lem'alar, s. 167) denilerek takdim edilir.
Ardından şu iki hadîs-i şerîf verilir;
«Birincisi:
يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَٓاءِ بِدِمَٓاءِ الشُّهَدَٓاءِ
-ev kema kal- Yani: "Mahşerde ulemâ-i hakikatın sarfettikleri mürekkeb, şehidlerin kanıyla müvazene edilir; o kıymette olur."
İkincisi:
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتٖى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتٖى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهٖيدٍ
-ev kema kal- Yani: "Bid'aların ve dalaletlerin istilası zamanında Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-ı Kur'aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir."» (Lem'alar, s. 167)
Devamında da şu şekilde bir hitap ve izah vardır;
"Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sofi-meşreb kardeşler! Bu iki hadîsin mecmuu gösterir ki: Böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı şeriat ve Sünnet-i Seniyeye hizmet eden mübarek hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeblerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size faide verebilir. Öyle ise, onu kazanmaya çalışınız." (Lem'alar, s. 167)
Demek ki bu mektup, yazıdan usananları Risale-i Nur yazmaya teşvik mahiyetindedir. Çünkü bu ifadeden sonra "Eğer deseniz: Hadîste "âlim" tabiri var, bir kısmımız yalnız kâtibiz." (Lem'alar, s. 167) diye ifadeyle de; 'Kâtip olanların sadece yazısı var. Acaba hadîste geçen sevabı alır mıyız?' şeklinde şüphe dile getirilir. Bunun üzerine şu cevap verilmiştir; "Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir." (Lem'alar, s. 167)
Burada "mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir" denilirken, her mevzuda âlim olunacağı söylenmez. İfadedeki "hakikatlı bir âlimi" ifadesiyle, ilm-i hakikat noktasında olduğunu anlıyoruz. Ve sonunda kesinlik değil "olabilir" denilerek, ihtimale dikkat çekilmiştir.
Yukarıda beyan edilen "kayıtları" terk ederse, netice hâsıl olmaz.
Anlamıyor ve sadece yazıyor ise de, buna binâen Üstâd Bediüzzaman şöyle diyor;
«Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şübhesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı manevînin parmaklarıdır.» (Lem'alar, s. 167)
Bunlar görüldüğü üzere teşvik için söylenmiştir. Kayıtlar da, "lafzî kayıt"tır.
Bir de "aklî kayıt" var ki, onlara da "takyîd-i aklî" denir. Mütekellim, muhatapların aklına itimad ederek onların aklına hitap eder.
Bazen de Risale-i Nur'da lafzî olmasa da aklî kayıtlar vardır. Orada da bizim aklımız muhatap alınıyor.
Üstâd Bediüzzaman'ın Sır ve Ser Kâtibi Mehmed Feyzi Efendi'ye "Risale-i Nur’un kâfi olması" meselesi sorulduğunda cevaben diyor ki;
"O zaman iman tehlikede idi. Şimdi imam Hatip'ler, ilahiyatlar var. Herkese 'Risale-i Nur yeter!' denilmez. Risale-i Nur'da namaz oruçtan bahsediyor. Nasıl edâ edileceğini; İlmihâlden, Fıkıh kitaplarından öğreneceğiz."
(Nakleden: Hasan Erdoğan
Nur'un Birinci Talebesi Hulusî Yahyagil Ağabey'in ifadesi ile;
"Risale-i Nur’lar kâfidir, demek; başka eserleri okumamak demek değildir. Onlar bu asrın ihtiyaçlarını te’mine kâfidir. Başka fâideli eserlerden de istifade olunmakda bir mahzur yoktur. Şu şart ile ki; o eserler Risale-i Nur’ların yerine konmayıp Nur’lardan daha çok istifade etmeye yardımcı kabul edilmelidir. Risale-i Nur’lar, hariçte nur aratmaz. Hariçte nur arayanlar, güneş yerine mum ışığı bulurlar."
Demek ki bu şartlara riayet edip her eseri kendi makam ve mevkisinde görüp, birini diğerinin yerine koymadan okumalar yapmakta bir beis yoktur.
İşte "Risale-i Nur" eserlerinin kifâyet edip, kâfi olması bu noktadadır.
Selam ve dua ile.
Nurani Müdafa
Yazar: Abdulkadir Çelebioğlu
Comentarios